Hayat, bize her zaman güzel anılar ve hoş duygular sunmaz. Bazı anlar, belleğimizde yer edecek kadar ağır, bazı hisler ise tahammül edemeyeceğimiz kadar keskin olabilir. İşte bu noktada devreye giren psikolojik savunma yollarından biri de “bastırma”dır. Bastırma (repression), en temel savunma mekanizmalarından biridir ve diğer birçok savunma mekanizmasının da temelini oluşturur. Peki nedir bu bastırma? Neden bilinçaltımız bazı anıları görünmez kılmaya çalışır?
Freud’a göre bastırma, bireyin kabul edemediği ya da tehditkâr bulduğu duygu, düşünce ya da anıları bilinç dışına itmesidir. Bu mekanizma, zihinsel bir sansür görevi görür. Acı veren gerçekleri unutturmaz ama onları bilincin erişemeyeceği bir yere göndererek kişiyi duygusal çöküntüden korur. Yani bastırma, psikolojik bir “görmezden gelme” hali değildir; daha ziyade bir “erişemez hâle getirme” sürecidir.
Örneğin, çocuklukta yaşanmış bir travmayı birey hatırlamıyor olabilir. Ancak bu travmanın yarattığı duygu hâlâ oradadır ve bastırılan içerik, farklı yollarla kendini dışa vurabilir: sebepsiz bir kaygı, mantıksız bir korku, kabuslar, fiziksel ağrılar ya da anlam verilemeyen öfke patlamaları… Bastırılan duygular, “gömülmüş” olsalar da tamamen etkisiz değildirler. Bilinçdışına itilmiş içerikler, zaman zaman rüyalarda, dil sürçmelerinde ya da semptomlarda yeniden yüzeye çıkabilir.
Elbette her bastırma patolojik değildir. Hayatın devam edebilmesi için bazı şeyleri hemen düşünmemek, bir süreliğine arka plana atmak gerekebilir. Ancak bastırma kronikleşirse, yani kişi sürekli olarak gerçekliği bastırmaya çalışırsa, bu durum psikosomatik rahatsızlıklara ya da kişilik bozukluklarına zemin hazırlayabilir.
Bastırmanın hem bireyi koruyan hem de potansiyel olarak zedeleyebilen bu iki yönlü yapısı, onu diğer savunma mekanizmaları arasında özel bir konuma taşır. Bu yüzden de terapi süreçlerinde en çok karşılaşılan konulardan biri bastırılmış içeriklerin çözülmesi ve yüzeye çıkartılmasıdır.
Zihin, unutmaz; sadece bir süreliğine görmezden gelir. Ve bastırılmış olan her şey, bir şekilde geri dönmenin bir yolunu bulur. Bazen bir cümlede, bazen bir davranışta, bazen de bir suskunlukta kendini gösterir. Bu nedenle kendi iç dünyamıza kulak vermek ve görmezden geldiğimizi sandığımız şeylerle yüzleşmeye cesaret etmek, iyileşmenin ilk adımı olabilir.