Kendimizle yüzleşmek zordur. Hatalarımızı, zaaflarımızı, karanlık taraflarımızı görmek, kabullenmek ve hatta değiştirmek… Epey emek ister. Fakat zihnimiz, bazen bu zorlu yolu tercih etmek yerine kestirme bir yöntem bulur: Başkalarını suçlamak. Psikolojide bu duruma “yansıtma” ya da daha teknik adıyla “projeksiyon” denir. Yansıtma, kişilik yapımızın kabul edilemez ya da rahatsız edici bulduğu duygu, düşünce ya da arzuları başka birine atfetmesidir. Yani aslında bizde olan bir şeyi, sanki başkasındaymış gibi görürüz. Hem de çoğu zaman farkında bile olmadan.
Projeksiyonun işleyişi oldukça sinsi ve bir o kadar da insani bir savunma mekanizmasına dayanır. Zihnimiz, benliğimizle bağdaşmayan içeriği bastırır ama bu içerik tamamen ortadan kalkmaz; sadece bilinçdışına itilmiş olur. Bastırılan bu unsurlar, doğrudan değil ama dolaylı yollarla, genellikle projeksiyon gibi mekanizmalar aracılığıyla tekrar yüzeye çıkmak ister. “Ben öyle değilim, o öyle!” savunması, tam da bu yüzleşme kaçamağının sonucudur.
Bir örnek verelim: Kendi içinde yoğun öfke taşıyan biri, bu öfkenin farkına varmak yerine çevresindeki herkesi sinirli, saldırgan ya da gergin olarak tanımlayabilir. Ya da sadakatsizlik düşüncelerini bastıran bir birey, partnerini sürekli aldatmakla suçlayabilir. Bu suçlamalar, gerçekte karşı tarafın davranışlarından değil, kişinin kendi iç dünyasındaki çatışmalarından kaynaklanır.
Freud’a göre yansıtma, ilkel ama etkili bir savunma biçimidir. Çünkü kişinin kendisini psikolojik açıdan korumasına, benlik bütünlüğünü sarsmadan ayakta kalmasına yardım eder. Ancak bu koruma, geçici bir rahatlamadan ibarettir. Uzun vadede ilişkileri bozar, bireyin içgörü kazanmasını engeller ve davranışlarını başkalarının üzerine fırlattığı duygular belirlemeye başlar. Hatta yansıtmanın yoğun yaşandığı bireylerde, kendi sorunlarının tüm sorumluluğunu dış dünyaya yükleme eğilimi oluşabilir ki bu da değişimi ve gelişimi imkânsız hâle getirir.
Projeksiyon, özellikle çatışmalı ilişkilerde sıkça kendini gösterir. Eleştirilmeye tahammülü olmayan bir kişi, sürekli başkalarının onu yargıladığını düşünebilir. Bir ebeveyn, kendi yetersizlik hissini çocuğuna “tembel”, “başarısız” diyerek yansıtabilir. Hatta toplumsal düzeyde de bu mekanizma işler: Bireysel korkular, kimi zaman toplu paranoyalara dönüşebilir. Farklı olanı tehdit olarak görme, yabancı düşmanlığı, komplo teorilerine sarılma gibi davranışların arkasında da büyük oranda yansıtma savunması yatar.
Projeksiyonun farkında olmak, onun etkisinden çıkmak için ilk adımdır. “Ben böyle hissettiğim için mi karşımdakini böyle görüyorum?” sorusunu kendimize sormak, içsel farkındalık açısından oldukça kıymetlidir. Çünkü çoğu zaman çözmeye çalıştığımız sorunlar, dışarıda değil içeridedir. Ve belki de en zor ama en gerekli yolculuk, bu içeriyle yüzleşme cesaretini gösterebilmektir.
Sonuç olarak, yansıtma mekanizması, insan zihninin kendini korumak için geliştirdiği ilkel ama zekice bir sistemdir. Ancak bu sistemin içinde kaybolmamak için zaman zaman durup aynaya bakmak gerekir. Çünkü başkalarının gözlerinde gördüğümüz şey, çoğu zaman kendi iç dünyamızın yansımasından ibarettir.