Psikolojide içselleştirme (özdeşim kurma), bireyin dış dünyadaki değerleri, normları, inançları ya da başkalarının tutumlarını alıp kendi benliğinin bir parçası hâline getirmesi sürecine verilen isimdir. Bu, çocuklukta anne babanın kurallarıyla başlar; zamanla öğretmenler, toplumsal normlar ve otorite figürlerinin etkisiyle şekillenir. Bir anlamda dış sesin iç sese dönüşmesidir. Artık biri söylemese bile kişi kendi iç sesiyle “Böyle yapmalısın” ya da “Bu ayıp” diyebilir.
İçselleştirme, gelişimsel bir ihtiyaçla da yakından ilişkilidir. Çocuk, hayatta kalmak ve aidiyet duygusu kazanmak için bakımverenlerinin değerlerine uyum sağlamak zorundadır. Bu değerler bazen sevgiyle, bazen korkuyla yerleşir. Ancak zamanla, içselleştirilen bu değerler, kişinin kendi gerçek benliğiyle ne kadar örtüşüyorsa, o kadar sağlıklı olur. Örtüşmüyorsa, kişi kendi arzularıyla “olması gereken” arasında sıkışabilir.
Örneğin bir çocuk, sürekli “başarılı olmalısın” mesajıyla büyürse, zamanla bu beklentiyi kendi iç sesi hâline getirir. Ancak bu beklenti kendi isteklerinden bağımsızsa, ilerleyen yıllarda huzursuzluk, tükenmişlik ya da anlamsızlık duygusuna yol açabilir. İçselleştirme süreci böylece bir zemin oluşturur: Bu zemin sağlamsa, kişi değerli hisseder. Değilse, öz değer çatışmaları kaçınılmaz olur.
İçselleştirme sadece toplumsal değerleri değil, duyguları da kapsar. Bir çocuk, öfkesine sürekli “ayıp” denilerek büyütülürse, bu duyguyu bastırmakla kalmaz, zamanla bu öfkenin varlığını bile yadsıyabilir. Oysa içselleştirilen her şey sağlıklı değildir. Bu nedenle yetişkinlikte kendi inançlarını, değerlerini ve iç sesini sorgulamak, ruhsal olgunluğun bir parçasıdır.
Sonuç olarak içselleştirme, kişiliğin temel yapı taşlarından biridir. Ancak bu taşlar zamanla çatlayabilir, eskir ya da aslında hiç bize ait değildir. Bu yüzden içselleştirdiklerimizi zaman zaman gözden geçirmek, “ben bunu gerçekten istiyor muyum?” sorusunu sormak, psikolojik sağlamlık açısından önemlidir.