“Ben kötü hissetmiyorum, sadece biraz yorgunum.”
“Bunu yaptığı için beni suçlayamazsın, zaten herkes aynı şeyi yapıyor.”
“Yok artık, ben öyle biri değilim!”
“Unuttum gitti… Hiç hatırlamıyorum.”
Hepimizin ağzından, bir yerlerde, bir zamanlarda dökülmüş cümleler bunlar. Belki bir tartışmanın ortasında, belki bir hayal kırıklığının hemen ardından… İlk bakışta sıradan, hatta mantıklı gibi duran bu sözler aslında çoğu zaman çok daha derin bir yapının ürünü: savunma mekanizmaları.
Psikanaliz kuramının kurucusu Freud’a göre, zihnimiz sadece düşünen, planlayan ve karar veren bir yapı değil; aynı zamanda bizi korumakla da görevli bir sistemdir. Ama koruduğu şey her zaman bedenimiz değil, kimi zaman egomuz, kimi zaman benlik saygımız, kimi zaman ise gerçeğin ta kendisidir.
Ego, id’in (dürtülerimizin) ve süperego’nun (vicdanımızın, değer yargılarımızın) arasında ezilmeden ayakta kalmaya çalışırken, zaman zaman gerçeklikten ödün vermek zorunda kalır. İşte tam da bu noktada savunma mekanizmaları devreye girer. Adı üstünde; zihinsel bir savunma hattıdır bu. Dış dünyadan gelen tehlikeleri ya da iç dünyamızdaki çatışmaları doğrudan göğüslemek yerine, onları çarpıtarak, yok sayarak ya da başka kılıflara sokarak tolere etmeye çalışırız.
Ama savunma mekanizmaları birer “kandırmaca” değil midir? Elbette. Ama bu kandırmaca çoğu zaman bilinçdışıdır. Yani kişi, bir şeyi bastırdığını ya da yansıttığını bilmez. Öylece yaşar ve tepki verir. Bunu da çoğu zaman “kendince mantıklı” sebeplerle açıklar.
İsterseniz birkaç örnekle bu soyut yapıyı daha görünür kılalım:
Diyelim ki bir sınavdan kötü not aldınız ve öğretmenin sizi sevmediğini iddia ediyorsunuz. Belki de bilinçdışında başarısızlığı kendinize kondurmak yerine yadsıma (inkâr) ve yön değiştirme gibi savunmaları devreye sokuyorsunuz.
Ya da terk edildiğiniz bir ilişkiden sonra, “Zaten ondan hoşlanmıyordum ki” demeniz bir bastırma ya da geriye dönük mantığa büründürme (rasyonalizasyon) örneği olabilir.
Çocukken yaşadığınız bir travmayı hiç hatırlamıyor olmanızsa klasik bir bastırma örneğidir. Zihin, sizi korumak adına acıyı görünmez kılar.
Freud’un kızı Anna Freud, savunma mekanizmalarını daha sistemli bir biçimde sınıflandırdı. Bugün psikoloji literatüründe onlarca farklı savunma mekanizmasından bahsediliyor. Bazıları oldukça “ilkel” ve olgunlaşmamışken, bazıları bireyin psikolojik gelişimine katkı bile sağlayabilir.
Örneğin bir sanatçının içindeki saldırgan dürtüleri tuvale dökmesi yüceltme (sublimasyon) savunmasıdır. Ne zarar verir, ne de inkâr eder; dürtüyü dönüştürür.
Ya da kaybettiği çocuğunun anısını yaşatmak için bir vakıf kuran anne, acısını inkâr etmeden anlamlı bir şeye kanalize eder.
Ancak her savunma mekanizması bu kadar “olgun” değildir. Özellikle stresli, baskı altında olunan ya da bireyin ruhsal bütünlüğünün tehdit edildiği anlarda daha ilkel ve otomatik savunmalar devreye girer: inkâr, yansıtma, bölme (splitting), gerileme, yer değiştirme…
Örneğin iş yerinde patronuna kızan birinin eve gelip eşine bağırması, basit ama çarpıcı bir yer değiştirme örneğidir. Ya da bir insanın hem annesini hem babasını çok sevmesine rağmen, bir anda birini “tamamen kötü” diğerini “tamamen iyi” olarak algılaması, bölme mekanizmasına işaret eder.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli şey şu: Savunma mekanizmaları “kötü” değildir. Onlar bizim psikolojik bağışıklık sistemimizdir. Ancak ne sıklıkla ve ne düzeyde kullanıldıkları belirleyicidir. Sürekli bastırmak, sürekli yansıtmak ya da sürekli inkâr etmek, kişinin gerçeklikten uzaklaşmasına ve sağlıksız ilişkiler kurmasına neden olur.
Zihnimiz bizi korumaya çalışır. Ama bazen fazlaca korumacı olabilir. Gerçeği çarpıtarak rahatlatmaya çalışırken, aslında iyileşmemizi engeller. Kimi zaman o acıya doğrudan bakmak, bastırmaktan çok daha sağaltıcı olabilir.
Kendi hayatımıza dönüp baktığımızda, bizi en çok öfkelendiren, en çok rahatsız eden olayları, duyguları ya da kişileri incelemek; hangi savunma mekanizmalarının devrede olduğunu anlamamıza yardımcı olabilir. Belki bu sayede kendimizle daha dürüst bir ilişki kurar, iç dünyamızdaki çatışmaları daha bilinçli yollarla ele alabiliriz.
Ve kim bilir… Belki bir gün, “Ben kötü hissetmiyorum” cümlesinin ardına sakladığımız acıya “Evet, canım yandı” diyebilecek kadar cesur oluruz. İşte o zaman savunmadan çıkıp, iyileşmeye başlarız.
Bence denemeye değer…