Psikoterapi odasında oturuyorsunuz… Terapistiniz sakin sakin sizi dinliyor. Bir noktada fark ediyorsunuz ki, ona karşı normalde tanımadığınız birine duymayacağınız kadar güçlü duygular beslemeye başlamışsınız. Bazen sanki en iyi arkadaşınız, bazen ebeveyniniz, bazen de hiç hoşlanmadığınız eski sevgiliniz gibi geliyor. İşte bu durumun psikanalitik adı aktarımdır.
Aktarım, geçmişte hayatımızda önemli bir yer tutmuş kişilerle (ebeveyn, kardeş, öğretmen, eski partner vb.) yaşadığımız duyguları ve beklentileri, farkında olmadan başka birine “taşımamızdır.” Freud’a göre bu, özellikle terapide kaçınılmaz bir durumdur ve terapistin kişiliğinden çok, danışanın geçmişinden gelen bir yansımadır.
Örneğin, çocukken sürekli eleştiren bir babanız varsa, terapistinizin ufak bir sorusunu bile “yargı” olarak algılayabilirsiniz. Ya da sizi her zaman destekleyen bir anneniz olduysa, terapistinizden de aynı koşulsuz desteği bekleyebilirsiniz. Burada önemli olan, terapistin aslında “o kişi” olmadığı ama zihninizin geçmişteki duygusal deneyimleri bugüne taşıdığıdır.
Aktarım illa terapide olmaz. Günlük hayatta da sıkça karşımıza çıkar. Yeni tanıştığınız birini, size eski dostunuzu hatırlattığı için hemen güvenilir bulabilirsiniz. Ya da yöneticinizi, çocuklukta otorite figürü olan birine benzetip istemsizce ondan korkabilirsiniz.
Freud aktarımı, terapinin hem en güçlü hem de en hassas araçlarından biri olarak görür. Çünkü bu sayede danışanın bilinçdışındaki eski yaralar gün yüzüne çıkar ve çalışılabilir. Ancak aktarım fark edilmezse, terapist ile danışan arasındaki ilişki, gerçek temelden uzaklaşabilir.
Sonuç olarak aktarım, zihnimizin geçmişten bugüne yaptığı duygusal bir bavul transferidir. İçinde çocukluk anıları, eski kırgınlıklar, özlemler ve bazen de fazla romantik hayaller bulunur. Farkında olmak, hem kendimizi hem de ilişkilerimizi daha net görmemizi sağlar.