Psikolojiye ilgi duyan ve bu konuda biraz bilgi sahibi olan herkes iyi bilir ki Freud, pek de eleştiriye açık birisi değildir. Kendi kuramına dair muhalif fikirlerden, özellikle de Freudyen bakış açısına uygun libido kavramının ve kişiliğin işlevinde odak nokta kabul ettiği cinsellik kavramının sorgulanmasından hiç memnun olmamıştır. Kuramını, kendi elde ettiği veriler ışığında yine kendisi güncellemek konusunda oldukça titiz davranmış olsa da başka bilim insanlarının görüşlerine bu kadar kapalı olması, takipçileriyle sık sık arasının açılmasına sebep olmuştur.
Freud’ün zamanla arasının açıldığı meslektaşlarından en ünlü olanı Carl Gustav Jung’dur diyebiliriz. Önceleri Freud’ün en sıkı takipçilerinden, en yakın arkadaşlarından biri ve hatta Uluslararası Psikanalitik Derneği’nin ilk başkanı olan Jung, zamanla Psikanalitik Kuram’a bazı eklemeler ve eleştiriler getirmek istediğinde Freud ile arası fena halde açılmıştır. Sonunda Jung, “Analitik Psikoloji” adını verdiği kendi bakış açısını geliştirmiştir.
Freud’ün klasik bilinçdışı kavramını doğru bulmakla birlikte Jung, bu kavrama ek bir de kolektif bilinçdışından bahsetmiştir. Buna göre her insanda bulunan bireysel bilinçdışının yanında; yine her insanda bulunan ancak kişiden kişiye, ülkeden ülkeye, milletten millete değişmeyen bir ortak bilinçdışı vardır. Bu ortak bilinçdışı, tüm insanlar için aynı anlamı ifade eden ve “arketip” denen birtakım imgelerle doludur. Tanrı, karanlık, anne gibi… Arketiplerle ilgili daha fazla bilgi edinmek için “Arketip Nedir?” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.
Jung’un kolektif bilinçdışı ve arketipleri, bilim dünyasında en çok, temelsiz ve hayal ürünü olmakla suçlanmıştır. Ancak Jung, fikirlerini hayallerinden almak şöyle dursun, onları temellendirmek için epey çaba sarf etmiştir. “Eğer bir ortak bilinçdışı var ise ve temelde herkeste aynı özellikleri gösteriyorsa; arketiplerin tarihte var olan bütün kültürlerde bulunması gerekir.” Düşüncesi çerçevesinde mitolojiyi, rüyaları, kültürel simgeleri ve şizofreni hastalarının söylediklerini incelemiştir. Jung,ortak bilinçdışının bir kanıtı olarak bu kaynaklarının hepsinde belirli imge ve simgelerinin tekrarladığını söyler. Örneğin şizofreni hastalarından biriyle başından geçen bir anıyı bizzat kendi kaleminden: “Bir gün pencereden güneşe doğru baktım ve ona rastladım. Başını bir sağa bir sola, tuhaf biçimde sallıyordu. Kolumu tuttu ve bana bir şey göstermek istediğini söyledi. Gözlerimi hafifçe kısarak güneşe doğru bakmamı, böylece güneşin erkeklik organını görebileceğimi söyledi. Başımı sağa sola sallarsam güneşin organı da sallanacaktı ve böylece rüzgâr çıkacaktı.” Şeklinde aktarmıştır. Birkaç yıl sonra Yunan mitolojisi okurken güneşten sallanan tüp şeklinde bir cisim tasvir edildiğini ve bu cismin rüzgâra sebep olduğuna inanıldığını gördü. Jung’a göre bu imgenin hem efsanelerde hem de şizofren hastalarının zihninde oluşu, ortak bilinçdışının bir kanıtıydı. Tabii objektif bir psikoloji okuru olmak Jung’un incelediği şizofreni hastasının bahsi geçen efsaneyi hayatının bir döneminde okumuş olabileceği ve bu yüzden böyle bir sanrı görebileceği ihtimalini de göz önünde bulundurmayı gerekli kılar.
Freudyen topluluktan kopanlar arasında Freud için en üzücü olanı belki de Jung’un ayrılığıydı. Öyle ki Jung, Freud’ün gözünde ekolün kendisinden sonraki lideri olmaya adaydı. Freud-Jung ayrılığı, psikoloji dünyası için öylesine büyük önem ifade etmekte ve öylesine gizem arz etmektedir ki konusunu bu ayrılıktan alan uzun metrajlı bir film bile çekilmiştir. İlgi duyanlar için “A Dangerous Method” adlı film, kesinlikle izlemeye değer.