Diyelim ki diyete başladınız, üç gündür tertemiz beslendiniz… Derken akşam bir dilim baklava yediniz. Normal bir bakış açısı: “Tamam, biraz kaçırdım ama yarın kaldığım yerden devam ederim.”
Ya hep ya hiç düşüncesine sahip bir bakış açısı: “Bitti! Diyet çöktü! Artık bu saatten sonra iki kilo baklava yesem de fark etmez!”
Ya hep ya hiç düşüncesi, olayları gri alan bırakmadan tamamen siyah ya da beyaz görme eğilimidir. Ya mükemmel yapmalısınız ya da hiç uğraşmamalısınız. Ufak bir hata, tüm çabanın boşa gittiği inancına dönüşür.
Bu düşünce tarzı genellikle “Başarılıyım ya da başarısızım”, “İyiyim ya da kötüyüm”, “Seviliyorsam tamam, değilsem hiç” gibi keskin uçlarda gezer. Aradaki tonlar, esnek yaklaşımlar, “Eh, fena değil” gibi orta halli değerlendirmeler bu bakış açısında pek barınmaz.
Sorun şu ki hayat, çoğu zaman gri tonlarda yaşanır. Kimse her zaman %100 başarılı olamaz. Her şey kusursuz olmasa da değerli olabilir. Ama ya hep ya hiç düşüncesi, tek bir hatada tüm tabloyu çöpe atmamıza neden olur. Bu da hem motivasyonu hem de özsaygıyı zedeler.
Günlük hayatta etkisi şöyle görünebilir:
- Bir projede ufak bir aksilik yaşadınız → “Demek ki ben bu işi yapamıyorum.”
- Spor programını bir gün kaçırdınız → “Artık hiç gitmeme gerek yok.”
- Bir ilişkide sorun yaşadınız → “Demek ki bu ilişki baştan yanlışmış.”
Bilişsel davranışçı terapiye göre bu çarpıtmayı fark etmek ve “her şey ya da hiçbir şey” yerine “yeterince iyi” yaklaşımını benimsemek, hem performansı hem de psikolojik iyi oluşu korur.
Sonuç olarak ya hep ya hiç düşüncesi, zihnimizin siyah-beyaz filtresidir. Ama bazen o filtreyi kaldırıp gri tonların da güzelliğini görmek gerekir. Çünkü çoğu zaman hayat, siyah ya da beyaz değil; güzel bir karma tonudur.