Bazen başımıza kötü bir şey gelir ve içimizden “Ağlamalı mıyım, bağırmalı mıyım?” diye geçirirken kendimizi ansızın “Aslında bu durumun tarihsel ve sosyolojik kökenleri…” diye konuşurken buluruz.
İşte düşünselleştirme, yoğun duygusal yükü olan bir olayı, duygulardan arındırarak tamamen mantık ve analiz düzeyine taşımaktır. Yani hisleri raftan alıp arka depoya kaldırmak, sonra masaya sadece verileri koymak.
Günlük hayattan örnekler:
- Yakınını kaybeden birinin “Aslında ölüm, yaşam döngüsünün doğal bir parçasıdır” diye uzun uzun anlatması.
- İlişkisi biten birinin “Bunu sosyokültürel uyumsuzluk olarak değerlendirebiliriz” demesi.
- İşten çıkarılan kişinin “Ekonomik dalgalanma kaynaklı şirket yapılanması” üzerine sunum yapması.
Bu mekanizma, acı verici duygularla doğrudan yüzleşmekten kaçmanın bir yolu olabilir. Zihin, “Eğer olaya bilimsel gözle bakarsam acıtmaz” diye düşünür. Kısa vadede bu bir tampon görevi görebilir, ancak duyguların tamamen görmezden gelinmesi, ileride daha büyük bir yük olarak geri dönebilir.
Düşünselleştirme, bir bakıma sıcak kahveyi yudumlamak yerine, buharını analiz etmeye benzer. Kahve hâlâ sıcak, ama sen hâlâ içmedin.