Telafi, psikoloji literatüründe kısaca; bireyin, eksiklik ya da yetersizlik hissettiği bir alandaki açığını başka bir alanda başarı göstererek kapatma çabasıdır. Yani bir yerde “eksi” hanesine yazılan durumu, başka bir yerde “artı”ya dönüştürme girişimidir. Bu, bazen bilinçli olarak yapılır, bazen de farkında olmadan devreye giren bir savunma mekanizması şeklinde işler.
Günlük hayattan basit bir örnekle açıklayalım: Boyu kısa olan birinin, kendisini olduğundan daha uzun göstermek için topuklu ayakkabı giymesi, hafif bir telafidir. Ancak aynı kişi, bu durumu çok kafasına takıp “Ben fiziksel olarak kısa olabilirim ama bilgiyle uzarım.” diyerek akademik başarıya yönelirse, işte o zaman karşımızda daha güçlü bir telafi örneği var demektir.
Telafi, her zaman olumsuz bir şey değildir. Hatta bazen gelişimimizin en önemli itici gücü olabilir. Müzik tarihindeki pek çok dahi, kişisel yaşamındaki eksiklikleri sanatla kapatmıştır. Mesela Beethoven, işitme yetisini kaybettikten sonra bile başyapıtlar üretmeye devam etmiştir. Bu, sadece bir yeteneğin telafisi değil, aynı zamanda insana “bahaneleri bırak” diye ders veren bir örnektir.
Tabii her telafi, böyle ilham verici sonuçlar doğurmaz. Bazen de kişinin eksikliğini abartılı bir şekilde gizlemeye çalışması, yapmacık davranışlara yol açabilir. Mesela sosyal ortamlarda sürekli şaka yaparak ilgi toplamaya çalışan biri, aslında içten içe “Sıkıcı biri miyim acaba?” kaygısıyla hareket ediyor olabilir.
Kısacası telafi, insanın eksik hissettiği yanını dengelemek için kurduğu bir köprüdür. Bu köprü, doğru yere kurulursa karşı kıyıya geçmemizi sağlar; yanlış yere kurulursa ise bizi suyun ortasında bırakır. Bu yüzden telafinin farkında olmak, hem kendimizi hem de başkalarını anlamak açısından önemli bir beceridir.